Murphy yasalarını
bilenler sanırım çoktur. Bir mühendis olarak yaşamın
getirebileceği sorunları bir cümleyle özetleyen genel kuralı
epey önce duymuştum. Bir süre önce teknik alanlarda oldukça
geçerli olan bu kuralın toplumsal konularda uygulanması üzerine
bir denemem olmuştu. (1)
Burada yasanın temel
önermesini "Bir iş yanlış gidebilecekse mutlaka öyle olur"
gibi çevrilebilecek "If anything can go wrong, it will!"
olarak aktarmıştım. İngilizce olarak da aktarmamın nedeni aynı
gücü verecek bir çeviriye henüz rastlamamış olmam.
Konu kafamda dolaşmayı
sürdürdü. Bu kez edebiyat için neler söylenebilir diye düşünmeye
başladım. Kuşkusuz yaşamla en yakın alanlardan biri olan sanatta
da bu genel kural ve sonuçları etkili olmalıydı. Birkaç başlık
sıraladım.
"Yazar kendisi ve
toplum için toplamda en az yararı olacak konuyu seçer."
"Yazarın
yapıtlarının kendisine katkısı topluma katkısıyla ters
orantılıdır."
"Yayınevinde
değerlendirmeyi yapan editör bekleyen dosyalar arasından önce
kendisini edebiyattan en fazla nefret ettirecek olanı alır. Sonraki
yapıtların arasında bir başyapıt olsa bile bunu fark etmesi
artık olanaksızdır."
"Edebiyata resmi veya
özel herhangi bir kurum destek sağlayacaksa bu olanak en az gerek
duyana veya amaca uygun kullanamayacak olana verilir."
"Bir yazarın başka
bir yazarın kitaplarını beğenmesi için onun başarısız
olduğuna inanması gerekir."
"Bir romanın
inandırıcılığı yazarın gerçeklere bağlılığıyla ters
orantılıdır."
"Bir kitapta
yazarlar, okuyucular ve eleştirmenler aynı görüşteyse en az bir
grup gerçek düşüncesini söylememiştir."
"Eleştiri çok
geliştiyse edebiyat bir gerileme dönemine girmiştir."
"Eleştiri yoksa
edebiyat da yoktur."
"Bir eleştirinin
göreceği ilgi içtenliği ve yapıcılığıyla ters,
saldırganlığıyla doğru orantılıdır."
"Bir romanla ilgili
genel yargı, yazılan eleştiri yazılarından en saldırgan ve
yanlış olanına göre oluşur."
"Yeni bir yazarın
kitaplarının satma olasılığı tanınmışlığıyla doğru
orantılıdır. Yazdıklarının niteliğiyle dikkate değer bir
ilişkisi yoktur."
"Okuyucu kafasındaki
doğruları onaylayacak yazarları arar ve bulur."
"Başlangıçta yazar
kafasındaki doğruları özgürce yazmak ister, ama dürüstler
satılabilecek gerçekleri, diğerleriyse ayrım yapmaksızın
yalnızca piyasa değeri en yüksek olanları yazar."
Kuşkusuz sanatta kurallar
teknik alandakilerden çok farklı. Yaşamı, insanın davranış,
düşünce ve ilişkilerini belirli genel yasalarla açıklamak
olanaksız. Yine de hiçbir gelişme rastlantılarla olmuyor. Bu tür
önermeler yaşananların irdelenmesine ve farklı açılardan
bakılmasına katkı sağlayabilir.
....
Zülfü Livaneli'nin
Serenad (2) romanı benim için hoş bir sürpriz olmuştu. Tarihi
gerçeklere dayanan edebiyat ustalıkla yapıldığında hem hoş bir
tat bırakıyor, hem geçmiş ve gelecekle ilgili yeni yorumlar
getirebiliyor, ufuklar açıyor. İstanbul Üniversitesi'ndeki halkla
ilişkiler görevlisi Maya Duran'la ABD'den gelen Alman asıllı
yaşlı profesör Maximilian Wagner arasındaki ilişkiyle gelişen
roman bir aşk öyküsü çevresinde tarihe bakan bir pencere açmayı
başarıyor. Yakın geçmişteki bazı olaylarla birlikte güncel
konulara da değiniyor. Kişisel olarak roman genelinde biraz daha
yalın bir kapsam görmek istememe karşın trajik biçimde denizin
derinliklerine gömülen Struma'nın öyküsünün veriliş biçimini
başarılı buldum.
Konuyla ilgili bir de
belgesel roman yayımlandı. Halit Kakınç Struma'da (3) İstanbul
açıklarında 72 gün boyunca ölüme terk edilen 769 Yahudi'nin
dramına yer vermiş. Kitabın önsözünü yazan İshak Alaton
akademisyen yazar dostu Halit Kakınç'ın Struma olayı hakkında
karanlıkta kalmış birçok
bilgiyi içeren önemli
bir eser yayımladığını belirterek "Ben, Struma cinayetini
bire bir yaşadım. 1941 yılında, 15 Aralıkta Struma gemisi
Sarayburnu açıklarına demir attı. Rıhtıma yanaşmasına izin
verilmedi. Gece gündüz polis nezaretinde, 769 insan 72 gün boyunca
deniz ortasında hapsedildi ve sonra katledildi" diyor.
Yaşadıklarını "On beş yaşındaydım, gemiye çuvallarla
ekmek taşıdım. Şişli Terakki 8. sınıf öğrencisiydim. Babam
Haşim Alaton yardım komitesinin içinde yer aldı. Biraz rüşvet,
biraz farklı fiyatla temin ediyorduk ve ekmek dolu çuvalları
fırından mavnaya taşıyorduk. Sonra mavnaya binip kürek
kuvvetiyle Sarayburnu açığında demirli Struma'ya gidiyorduk"
sözleriyle anlatıyor. Olayın gerisinde ticari düşünceler, krom
ihracatı karşılığında Nazilerden alınan büyük paralar
olduğunu söylüyor.
....
Belgesel roman için de
bir Murphy kuralı olabilir mi?
"Bir belgesel roman
yazılıp yayınlanabiliyorsa artık konuyla ilgili yapılabilecek
pek de bir iş kalmamıştır. O artık tarihsel bir romandır."
1. Mehmet Arat, Bir
Cahilin Sosyoekonomik Notları: Sosyal Bilimler İçin Murphy
Yasaları, http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazarhane/817-
mehmet-arat-kaleminden-bir-cahilin-sosyoekonomik-notlari.html
2. Zülfü Livaneli,
Serenad, Doğan Kitap, 2011.
3. Halit Kakınç, Struma,
Destek Yayınları, 2012.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder